Orta Çağ felsefesi kaça ayrılır ?

YuvarlakMasa

Global Mod
Global Mod
Orta Çağ Felsefesi: Dönemin Felsefi Akımları ve Eleştiriler

Orta Çağ felsefesi hakkında düşündüğümde aklıma ilk gelen şey, bu dönemin genellikle "karanlık" olarak nitelendirilmesidir. Ancak, ben her zaman bu tür genellemelerin, dönemin zengin ve karmaşık yapısını anlamamıza engel olduğunu düşünüyorum. Orta Çağ, elbette modern düşüncenin çok gerisinde kalmış olabilir, ancak felsefi anlamda kayda değer bir evrim yaşanmış ve insan düşüncesi önemli bir biçimde şekillenmiştir. Felsefe ve bilim, dini dogmalarla birleşerek bir sistematik oluşturmuş, ancak aynı zamanda bu süreç bir süreklilik ve değişim içinde ilerlemiştir. Bugün, Orta Çağ felsefesini sadece kilisenin baskısına ve dogmatizme dayalı bir dönemin ürünü olarak görmek, bu dönemi dar bir çerçevede değerlendirmek olur. O yüzden bu yazımda Orta Çağ felsefesinin kaça ayrıldığını, hangi akımların öne çıktığını ve bu akımların eleştirilerini sorgulamak istiyorum.

Orta Çağ Felsefesinin Temel Ayrımları ve Akımları

Orta Çağ felsefesi, genellikle üç ana döneme ayrılır: erken Orta Çağ (500-1000), yüksek Orta Çağ (1000-1300) ve geç Orta Çağ (1300-1500). Bu ayrım, dönemin felsefi anlayışlarının gelişimini, değişimini ve çatışmalarını izlemek için kullanılır. Ancak, bu bölünme sadece bir takvimsel çerçeve sunmakla kalmaz; aynı zamanda farklı felsefi akımların nasıl evrildiğini de gözler önüne serer.

Erken Orta Çağ, Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra, felsefenin büyük ölçüde dini bir bakış açısıyla şekillendiği bir dönemdi. Bu dönemde Hristiyanlık, Avrupa’daki entelektüel yaşamı belirleyen temel etken oldu. Augustinus gibi düşünürler, felsefeyi dinle birleştirerek, Tanrı’nın varlığını ve insanların hayatındaki anlamı sorgulamışlardır. Bu felsefi yaklaşımda, gerçeklik Tanrı’nın iradesine ve kutsal kitaplara dayalı olarak anlaşılmaya çalışılmıştır.

Yüksek Orta Çağ ise, Scholasticism (Okulculuk) hareketinin yükseldiği bir dönemdir. Bu dönemde Thomas Aquinas gibi filozoflar, Aristo’nun düşüncelerini Hristiyan inançlarıyla birleştirerek mantıklı bir evren anlayışı geliştirmeye çalıştılar. Bu akım, tanrısal vahyi ve insan aklını uyumlu hale getirmeye yönelikti. Akıl ve inanç arasında bir denge arayışı, Scholasticism'in temel özelliklerindendir.

Geç Orta Çağ ise, hem dini hem de felsefi düşüncenin giderek daha fazla sorgulandığı bir dönemdir. William Ockham ve John Duns Scotus gibi filozoflar, felsefi soruları daha rasyonel ve bireysel bir bakış açısıyla ele almışlardır. Ockham’ın “Ockham’ın usturası” ilkesini geliştirmesi, basitliğe ve gereksiz karmaşıklıklardan kaçınmaya yönelik önemli bir adım olmuştur. Bu, Orta Çağ felsefesinin sonuna yaklaşırken felsefi düşüncenin daha özgürleşmeye başladığını gösterir.

Orta Çağ Felsefesi ve Din: Felsefi Akımların Dinle İlişkisi

Orta Çağ felsefesinin temel belirleyicisi, hiç şüphesiz, dini inançlardı. Dönemin felsefi düşüncesi, genellikle Hristiyanlık tarafından şekillendirilmiş ve birçok filozof, Tanrı'nın varlığı ile insan aklını uyumlu hale getirmeye çalışmıştır. Erken Orta Çağ’da, dini öğretiler ile felsefi düşünceler neredeyse tamamen iç içe geçmişti. Ancak zamanla, Hristiyanlık dışında başka düşünme biçimleri de gündeme gelmeye başladı.

Bir taraftan Aquinas, Aristo’nun felsefesini Hristiyanlık ile uzlaştırarak, akıl ve inancın birbirini tamamlayabileceğini savundu. Diğer taraftan, William Ockham gibi filozoflar, dini dogmaların rasyonel düşünceyle sınırlanması gerektiğini ve aklın mutlak doğrulara ulaşabilmesi için dogmatizmin aşılması gerektiğini vurguladılar. Bu, felsefi anlamda bir tür kopuşu ifade eder. Bu tür bir yaklaşım, dinin toplumsal ve bireysel yaşamda eskisi kadar baskın bir rol oynamadığı bir dönemin habercisi olarak görülebilir.

Kadınların Felsefeye Katkısı ve Eleştiriler: Dönemin Toplumsal Dinamikleri

Orta Çağ’da kadınların felsefi düşünceye etkisi, daha az dikkate alınmış ve genellikle göz ardı edilmiştir. Ancak bu durum, dönemin toplumsal yapısını ve kadınların rolünü anlamamız açısından önemli bir sorudur. Orta Çağ’ın büyük bölümünde, kadınların felsefeye katkı sağlama şansı çok sınırlıydı. Kilise ve toplumsal normlar, kadınların düşünsel faaliyetlerde bulunmalarını engelleyen önemli faktörlerdi. Ancak yine de bazı istisnalar mevcuttur. Hildegard von Bingen gibi figürler, Orta Çağ'da entelektüel anlamda güçlü bir iz bırakmışlardır. Hildegard, dini metinlerin ötesinde, insan doğası ve evren üzerine felsefi yazılar yazmış ve pek çok alanda derinlemesine düşünceler geliştirmiştir.

Kadınların felsefi tartışmalarına katılımını engelleyen toplumsal sınırlamalar, felsefi düşüncenin tek bir bakış açısıyla evrilmesine neden olmuştur. Erkeklerin stratejik ve çözüm odaklı bakış açıları, toplumsal yapıların öngördüğü şekilde ön planda tutulmuş, kadınların empatik ve ilişkisel bakış açıları genellikle göz ardı edilmiştir.

Eleştiriler ve Sorular: Felsefi Düşüncenin Geleceği Ne Olacak?

Orta Çağ felsefesi, farklı akımların birbirine karşıt bir şekilde evrilmesiyle şekillenmiş, ancak aynı zamanda bazı temel soruları da gündeme getirmiştir. Bugün bu felsefi akımları nasıl değerlendirmeliyiz? Orta Çağ felsefesinin büyük bir kısmı, dini dogmalarla sıkı bir şekilde bağlantılıydı. Ancak, bu dogmalar sorgulandıktan sonra, felsefi düşünce nasıl bir yön aldı? Aklın ve inancın birbirine nasıl daha yakınlaşabileceğini düşünüyoruz? Orta Çağ'ın felsefi mirası günümüz dünyasında hala geçerliliğini sürdürüyor mu, yoksa modern düşüncelerle bu mirası nasıl birleştirebiliriz?

Sonuç olarak, Orta Çağ felsefesini sadece tarihsel bir dönemin yansıması olarak görmek, felsefi düşüncenin gelişimine tam anlamıyla saygı göstermemek olur. Dönemin dinle ve toplumsal yapıların etkisi altındaki felsefesi, hem güçlü hem de zayıf yönlere sahipti. Bugün, bu düşünceleri eleştirerek, geçmişin felsefi mirasıyla daha sağlıklı bir diyalog kurabiliriz.