Ceren
New member
Dikte Ne İşe Yarar? Bir Hikâyenin İçinden Kalbe Dokunan Cevap
Selam dostlar,
Bu akşam size bir hikâye anlatmak istiyorum. Belki de bazılarınızın kendi hayatından bir parça bulacağı, bazılarınızın ise uzun zamandır unuttuğu bir hissi yeniden hatırlayacağı bir hikâye… Dikte’nin, yani “yazdırmanın” aslında ne işe yaradığını, sadece kelimelerle değil, insan ruhuyla anlatmak istiyorum. Çünkü bazen bir cümleyi yazdırmak, bir kalbi yeniden yazmak gibidir.
---
Bir Sabahın Sessizliğinde Başlayan Hikâye
Sabahın erken saatleriydi. Pencerenin önündeki küçük çalışma masasının üzerinde yarım kalmış bir defter duruyordu. Defterin kapağında eski bir not:
“Her kelimenin ardında bir nefes vardır.”
Bu cümleyi yazan, yıllar önce öğrencilerine dikte yaptırmayı seven bir öğretmendi: Selim Bey.
Selim Bey, eski kuşaktan bir öğretmendi. Klasik, düzenli, titiz… Ama bir o kadar da duygusal bir insandı. Dikteyi sadece bir yazı çalışması olarak görmezdi.
“Oğlum,” derdi, “dikte sadece kulağın değil, kalbin eğitimidir. Dinlemeyi, anlamayı, sabretmeyi öğretir.”
Ama yeni nesil öğrenciler bu sözü pek anlamazdı. Onlar için dikte, sıkıcı bir okul alıştırmasından ibaretti. Ta ki bir gün, o sınıfa Elif adında bir kız öğrenci gelene kadar.
---
Elif ve Dikte: Kelimelerle Kırılan Sessizlik
Elif, sessiz bir çocuktu. Ne fazla konuşurdu, ne de dikkat çekmeye çalışırdı. Sanki kelimelerle arasına görünmez bir duvar örmüştü. Fakat Selim Bey, o duvarın ardındaki dünyayı sezmişti.
Bir gün sınıfa girip tahtaya şu cümleyi yazdı:
“Her insanın içinde yazılmamış bir hikâye vardır.”
Sonra çocuklara döndü ve dedi ki:
“Bugün sadece bu cümleyi değil, kalbinizdeki sessiz hikâyeyi yazdıracağım size.”
Elif’in kalemi o gün ilk kez titremedi. Kelimeler yavaşça deftere döküldü. Her cümlede biraz daha açıldı, biraz daha konuştu sanki.
O gün, Selim Bey sessizce anladı:
Dikte, sadece yazı yazdırmak değil, içteki sesi duyurmanın bir yoluydu.
---
Erkeklerin Stratejik Düşüncesi, Kadınların Kalpten Yaklaşımı
O sınıfta iki öğretmen daha vardı: Selim Bey’in asistanı Murat ve okulun rehber öğretmeni Zeynep.
Murat, analitik biriydi. Dikteyi “odaklanma egzersizi” olarak görüyordu.
“Bu yöntem, öğrencilerin dikkatini ve hafızasını güçlendirir,” diyordu.
Hesaplı, düzenli, planlıydı. Onun için dikte, bir araçtı — öğrenmeyi sistemleştiren bir strateji.
Zeynep ise farklıydı.
“Dikte, çocuğun iç sesine kulak vermektir,” derdi. “Bir öğretmen kelimeyi okurken, çocuk o kelimeyi kendi duygusuyla şekillendirir.”
Zeynep’in dikte anlayışı empatiye dayanıyordu.
Murat, “ölçmek” isterdi;
Zeynep, “anlamak.”
Ve Selim Bey bu iki dünyanın tam ortasında, bir köprüydü.
Bir gün üçü birlikte oturup tartıştılar:
“Murat,” dedi Zeynep gülümseyerek, “sen dikteyle beynin kaslarını çalıştırıyorsun, ama ben kalbi.”
“Kalp yazıyı düzeltmez,” dedi Murat.
Zeynep ise gözlerini kapatıp şöyle yanıtladı:
“Belki ama, kalp yanlış yazılan kelimenin nedenini anlar.”
İşte o anda Selim Bey gülümsedi. Çünkü her iki bakış da doğruydu.
Dikte, hem strateji hem duyguydu.
Hem disiplin hem özgürlüktü.
---
Bir Çocuğun Dünyasında Diktenin Sessiz Devrimi
Aylar geçti. Elif artık defterine daha hızlı yazıyordu. Ama değişen sadece yazı hızı değildi — kelimelerindeki güven de artmıştı.
Bir gün okulda bir kompozisyon yarışması düzenlendi. Konu şuydu:
“Dinlemeyi öğrendiğim an.”
Elif, o gün defterine şöyle yazdı:
“Bir sabah öğretmenim bana bir cümle okudu. Ben o cümleyi yazarken, aslında kendimi duydum. Dikte, kelimelerin bana ayna tutmasıydı.”
Bu satırları okuyan Selim Bey’in gözleri doldu.
Çünkü yıllardır anlatmaya çalıştığı şey, bir çocuğun cümlesinde hayat bulmuştu.
---
Dikte Sadece Yazı Değildir, Bir Temastır
Bir kelimeyi yazdırmak…
Bir çocuğun kulağından kalbine giden o yolu açmak…
İşte diktenin özü budur.
Bir öğretmen cümleyi söylerken, o cümle ses olarak değil, duygu olarak yerleşir.
Çocuk, yazarken aslında kendini inşa eder.
Yazı biçimi değil, anlamı öğrenir.
Ve o anlam, yaşam boyu onun içinde yankılanır.
Dikte, disiplinin içinde duyguyu, sessizliğin içinde hikâyeyi saklar.
Kelimeler düz çizgide yürürken, kalp eğri çizgilerle düşünür.
Bu yüzden dikte, sadece bir “yazma pratiği” değil, bir “anlama yolculuğu”dur.
---
Forumdaşlara Soru: Sizce Dikte Kimi Eğitir — Eli mi, Kalbi mi?
Sevgili dostlar,
Hikâyeyi anlatırken fark ettim ki, her birimiz kendi içimizde birer “dikte öğrencisiyiz.”
Kimi hayatın sesini olduğu gibi yazar, kimi yanlış duyar, kimi ise kelimenin ardındaki anlamı yakalar.
Peki sizce dikte, aslında kimi eğitir?
Eli mi? Kulağı mı? Yoksa kalbi mi?
Bir kelimeyi doğru yazmak mı önemlidir, yoksa o kelimenin hissettirdiğini doğru anlamak mı?
Sınıfta bir öğretmen, bir öğrenci, bir kelime ve bir kalp...
Dikte belki sadece bunlardan ibarettir.
Ama o küçük kelimeler, bazen bir insanın bütün sessizliğini kırabilir.
Tıpkı Elif’in hikâyesinde olduğu gibi.
---
Son Söz: Her Dikte, Bir Hatırlamadır
Yıllar sonra Elif büyüdü, öğretmen oldu.
Sınıfının tahtasına her sabah bir cümle yazıyor:
“Bugün kelimelerle değil, kalbinizle yazın.”
Ve öğrencileri o cümleleri dikte ederken, aslında kendilerini yeniden yazıyorlar.
Çünkü dikte, sadece kelimeleri değil, insanı da yazdırır.
Ve bazen bir öğretmenin sesinde, bütün bir yaşamın anlamı saklıdır.
Siz ne dersiniz dostlar,
Belki de hepimiz hâlâ birinin sesinden kendi cümlemizi duymayı bekliyoruzdur…
Selam dostlar,
Bu akşam size bir hikâye anlatmak istiyorum. Belki de bazılarınızın kendi hayatından bir parça bulacağı, bazılarınızın ise uzun zamandır unuttuğu bir hissi yeniden hatırlayacağı bir hikâye… Dikte’nin, yani “yazdırmanın” aslında ne işe yaradığını, sadece kelimelerle değil, insan ruhuyla anlatmak istiyorum. Çünkü bazen bir cümleyi yazdırmak, bir kalbi yeniden yazmak gibidir.
---
Bir Sabahın Sessizliğinde Başlayan Hikâye
Sabahın erken saatleriydi. Pencerenin önündeki küçük çalışma masasının üzerinde yarım kalmış bir defter duruyordu. Defterin kapağında eski bir not:
“Her kelimenin ardında bir nefes vardır.”
Bu cümleyi yazan, yıllar önce öğrencilerine dikte yaptırmayı seven bir öğretmendi: Selim Bey.
Selim Bey, eski kuşaktan bir öğretmendi. Klasik, düzenli, titiz… Ama bir o kadar da duygusal bir insandı. Dikteyi sadece bir yazı çalışması olarak görmezdi.
“Oğlum,” derdi, “dikte sadece kulağın değil, kalbin eğitimidir. Dinlemeyi, anlamayı, sabretmeyi öğretir.”
Ama yeni nesil öğrenciler bu sözü pek anlamazdı. Onlar için dikte, sıkıcı bir okul alıştırmasından ibaretti. Ta ki bir gün, o sınıfa Elif adında bir kız öğrenci gelene kadar.
---
Elif ve Dikte: Kelimelerle Kırılan Sessizlik
Elif, sessiz bir çocuktu. Ne fazla konuşurdu, ne de dikkat çekmeye çalışırdı. Sanki kelimelerle arasına görünmez bir duvar örmüştü. Fakat Selim Bey, o duvarın ardındaki dünyayı sezmişti.
Bir gün sınıfa girip tahtaya şu cümleyi yazdı:
“Her insanın içinde yazılmamış bir hikâye vardır.”
Sonra çocuklara döndü ve dedi ki:
“Bugün sadece bu cümleyi değil, kalbinizdeki sessiz hikâyeyi yazdıracağım size.”
Elif’in kalemi o gün ilk kez titremedi. Kelimeler yavaşça deftere döküldü. Her cümlede biraz daha açıldı, biraz daha konuştu sanki.
O gün, Selim Bey sessizce anladı:
Dikte, sadece yazı yazdırmak değil, içteki sesi duyurmanın bir yoluydu.
---
Erkeklerin Stratejik Düşüncesi, Kadınların Kalpten Yaklaşımı
O sınıfta iki öğretmen daha vardı: Selim Bey’in asistanı Murat ve okulun rehber öğretmeni Zeynep.
Murat, analitik biriydi. Dikteyi “odaklanma egzersizi” olarak görüyordu.
“Bu yöntem, öğrencilerin dikkatini ve hafızasını güçlendirir,” diyordu.
Hesaplı, düzenli, planlıydı. Onun için dikte, bir araçtı — öğrenmeyi sistemleştiren bir strateji.
Zeynep ise farklıydı.
“Dikte, çocuğun iç sesine kulak vermektir,” derdi. “Bir öğretmen kelimeyi okurken, çocuk o kelimeyi kendi duygusuyla şekillendirir.”
Zeynep’in dikte anlayışı empatiye dayanıyordu.
Murat, “ölçmek” isterdi;
Zeynep, “anlamak.”
Ve Selim Bey bu iki dünyanın tam ortasında, bir köprüydü.
Bir gün üçü birlikte oturup tartıştılar:
“Murat,” dedi Zeynep gülümseyerek, “sen dikteyle beynin kaslarını çalıştırıyorsun, ama ben kalbi.”
“Kalp yazıyı düzeltmez,” dedi Murat.
Zeynep ise gözlerini kapatıp şöyle yanıtladı:
“Belki ama, kalp yanlış yazılan kelimenin nedenini anlar.”
İşte o anda Selim Bey gülümsedi. Çünkü her iki bakış da doğruydu.
Dikte, hem strateji hem duyguydu.
Hem disiplin hem özgürlüktü.
---
Bir Çocuğun Dünyasında Diktenin Sessiz Devrimi
Aylar geçti. Elif artık defterine daha hızlı yazıyordu. Ama değişen sadece yazı hızı değildi — kelimelerindeki güven de artmıştı.
Bir gün okulda bir kompozisyon yarışması düzenlendi. Konu şuydu:
“Dinlemeyi öğrendiğim an.”
Elif, o gün defterine şöyle yazdı:
“Bir sabah öğretmenim bana bir cümle okudu. Ben o cümleyi yazarken, aslında kendimi duydum. Dikte, kelimelerin bana ayna tutmasıydı.”
Bu satırları okuyan Selim Bey’in gözleri doldu.
Çünkü yıllardır anlatmaya çalıştığı şey, bir çocuğun cümlesinde hayat bulmuştu.
---
Dikte Sadece Yazı Değildir, Bir Temastır
Bir kelimeyi yazdırmak…
Bir çocuğun kulağından kalbine giden o yolu açmak…
İşte diktenin özü budur.
Bir öğretmen cümleyi söylerken, o cümle ses olarak değil, duygu olarak yerleşir.
Çocuk, yazarken aslında kendini inşa eder.
Yazı biçimi değil, anlamı öğrenir.
Ve o anlam, yaşam boyu onun içinde yankılanır.
Dikte, disiplinin içinde duyguyu, sessizliğin içinde hikâyeyi saklar.
Kelimeler düz çizgide yürürken, kalp eğri çizgilerle düşünür.
Bu yüzden dikte, sadece bir “yazma pratiği” değil, bir “anlama yolculuğu”dur.
---
Forumdaşlara Soru: Sizce Dikte Kimi Eğitir — Eli mi, Kalbi mi?
Sevgili dostlar,
Hikâyeyi anlatırken fark ettim ki, her birimiz kendi içimizde birer “dikte öğrencisiyiz.”
Kimi hayatın sesini olduğu gibi yazar, kimi yanlış duyar, kimi ise kelimenin ardındaki anlamı yakalar.
Peki sizce dikte, aslında kimi eğitir?
Eli mi? Kulağı mı? Yoksa kalbi mi?
Bir kelimeyi doğru yazmak mı önemlidir, yoksa o kelimenin hissettirdiğini doğru anlamak mı?
Sınıfta bir öğretmen, bir öğrenci, bir kelime ve bir kalp...
Dikte belki sadece bunlardan ibarettir.
Ama o küçük kelimeler, bazen bir insanın bütün sessizliğini kırabilir.
Tıpkı Elif’in hikâyesinde olduğu gibi.
---
Son Söz: Her Dikte, Bir Hatırlamadır
Yıllar sonra Elif büyüdü, öğretmen oldu.
Sınıfının tahtasına her sabah bir cümle yazıyor:
“Bugün kelimelerle değil, kalbinizle yazın.”
Ve öğrencileri o cümleleri dikte ederken, aslında kendilerini yeniden yazıyorlar.
Çünkü dikte, sadece kelimeleri değil, insanı da yazdırır.
Ve bazen bir öğretmenin sesinde, bütün bir yaşamın anlamı saklıdır.
Siz ne dersiniz dostlar,
Belki de hepimiz hâlâ birinin sesinden kendi cümlemizi duymayı bekliyoruzdur…